yönetici notu: (bkz: has oda)
Has bahçe veyâ has oda DM'in bizce karşılıkları olabilir fikrimce.
(Doğrudan tercümesi Husûsî sohbet veyâ doğrudan sohbet olurdu ama bence üsttekiler hem göze hem kulağa daha hoş geliyor.)
"Bir çerçeve içinde tetkik ve muhâkeme edilmesi gereken manzara."
-Yahyâ Kemâl
-Yahyâ Kemâl
kuralları inceledim ve böyle bir girdi atmama mâni' kural göremedim, eğer var ise bilgilendirin sileyim ya da kendiniz de silebilirsiniz. sâdece elvedâ etmek istedim, elvedâ edebilmek.
bu attığım muhtemelen son girdimdir, diğer girdilerimi de notlarıma arşivleyeceğim o yüzden onları silmezseniz çok mutlu olurum, teşekkürler. sözlükten gidişim tamâmen şahsî mîzâcım ve sözlüğün uyuşmaması dolayısıyladır, gidişim kişilere veyâ başka sebeblere yüklenmemelidir. burada geçirdiğim çoğu dakîkadan mutluyum, pişman değilim bu sözlükte geçirdiğim süreden. rast gele ey güzel insanlar, dostluk bâkîdir.
bu attığım muhtemelen son girdimdir, diğer girdilerimi de notlarıma arşivleyeceğim o yüzden onları silmezseniz çok mutlu olurum, teşekkürler. sözlükten gidişim tamâmen şahsî mîzâcım ve sözlüğün uyuşmaması dolayısıyladır, gidişim kişilere veyâ başka sebeblere yüklenmemelidir. burada geçirdiğim çoğu dakîkadan mutluyum, pişman değilim bu sözlükte geçirdiğim süreden. rast gele ey güzel insanlar, dostluk bâkîdir.
nâm onun nâmı, kulda bi' şey yok.
"sernameê name namê ellah
bê namê wî natemame wellah"
-Ahmed-i Hânî
söz önü mektûb başı Allah nâmı
vallâhi eksiktir olmadan nâmı*
.
*tercüme bana âittir, bir hatam varsa lütfen husûsî sohbet yoluyla belirtiniz.
"sernameê name namê ellah
bê namê wî natemame wellah"
-Ahmed-i Hânî
söz önü mektûb başı Allah nâmı
vallâhi eksiktir olmadan nâmı*
.
*tercüme bana âittir, bir hatam varsa lütfen husûsî sohbet yoluyla belirtiniz.
1. beyt, yuva, yurt, memleket, belde, ev; çoğulu diyâr.
2. darağacı.
3. kavga, savaş, mücâdele.
dâr-ul âhire asıl dârdır, dâr-ı dünyâ darağacı.
"öz dârında özlenen;
günden güne ol hasreti közlenen
senden yine dâr u gîr neş'et etti,
sen gel yine gel ki rahmet de gelsin
sen dön yine, sen cân, rahmet seversin.
dâra çıktın saâdet, elçisiyle
muhabbet ettin hem ne, sohbet ettin
habbe der ve az sabret, dil dil et din
aşk et gönülle dille, yâr ne ettin
hoş gittin hoş da geldin.
câna şifâ dârı keşf, geldiğinde
delî ol dârı terk et, sevdiğim be
cübb cübb eder taş derk et, daldığında
nakşet ismimle nakşet, imşi derde
yat dârı gördüğünde.
der-i dâra sarıl ey, dildâra kaç
ney, ne ey kalır ne bey, sevin gayrı
sevin derde sevin der, derde sevin
ne ararsan bulunur devâ gayrı
..., yâr sabret az kaldı."
-İbrâhim Kudsî
2. darağacı.
3. kavga, savaş, mücâdele.
dâr-ul âhire asıl dârdır, dâr-ı dünyâ darağacı.
"öz dârında özlenen;
günden güne ol hasreti közlenen
senden yine dâr u gîr neş'et etti,
sen gel yine gel ki rahmet de gelsin
sen dön yine, sen cân, rahmet seversin.
dâra çıktın saâdet, elçisiyle
muhabbet ettin hem ne, sohbet ettin
habbe der ve az sabret, dil dil et din
aşk et gönülle dille, yâr ne ettin
hoş gittin hoş da geldin.
câna şifâ dârı keşf, geldiğinde
delî ol dârı terk et, sevdiğim be
cübb cübb eder taş derk et, daldığında
nakşet ismimle nakşet, imşi derde
yat dârı gördüğünde.
der-i dâra sarıl ey, dildâra kaç
ney, ne ey kalır ne bey, sevin gayrı
sevin derde sevin der, derde sevin
ne ararsan bulunur devâ gayrı
..., yâr sabret az kaldı."
-İbrâhim Kudsî
İkinci ismimin de işâret ettiği, altından kalkmaya çalıştığım sıfatım.
her yazdığım uzun girdiden sonra söyleyesim gelen kelime, tabii 'selâmetle' de yakışabilir hâtimeye.
matematiğin bir diğer ismi, eskiler bunun üzerine de çok düşünmüşler, ayriyeten leskofçalı gâlib ağabeyim -kendisi çok hoş sözler söyler- şöyle bi' soru sormuştur, cevâbını hâlâ bulamamanın çilesine mübtelâyım:
hisâb-ı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim?
hisâb-ı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim?
kalemdân.
aynı zamanda inşallah nice seneler daha devâm edecek bi' geleneğe sâhip edebiyat dergisi.
(bkz: kalemlik dergisi)
aynı zamanda inşallah nice seneler daha devâm edecek bi' geleneğe sâhip edebiyat dergisi.
(bkz: kalemlik dergisi)
riyâziyât, hisâbiyât, ilm-i hesâb, ilm-i aded ve ilm-i mantık; kesinlikle fizik, kimya, biyoloji gibi tabiat ilimleriyle karıştırılmaması gereken bir çeşit oyun, dil ve sanat.
Allah'ın sanatınının insan zekâsına oyun oynayan hayretleri mûcip dili.
Allah'ın sanatınının insan zekâsına oyun oynayan hayretleri mûcip dili.
hakîkaten öldürmüyorsa güzel şey.
bundan gayrı 'dm'nin filtre sözlükçesi, hayırlı uğurlu olsun.
matematik ile alâkalı konuşmak isteyen herkesi has odama beklerim efendim.
matematik ile alâkalı konuşmak isteyen herkesi has odama beklerim efendim.
bu maddeyi güzel ifâde ettiğini düşünüyorum o sebepten doğrudan Raf'taki hımmmmm hesâbından alıntılıyorum:
"Animasyon: çizgileri canlı gösterme sanatı.
Elbette insanın yaptığıyla tanrının yaptığı aynı olmayacaktır ama hayâl hakîkatin aynasıdır, zâten aynısı olması gerekmez. Belki de yaratılanı resmetmek yaradana hamdın farklı bi' tarzıdır, en azından benim için böyle ve animasyon hayâlin en renkli biçimi, çizim kumaşının bir çocuğun gözbebeğinde en çok parlayan dikimi.
Bugün akşamleyin animasyon üzerine düşünürken şunu fark ettim, biz animasyon yapabiliyoruz ve daha da üstünü yapabiliriz, hattâ gelecekte Ghibli ve Disney'in sanat eserleriyle benzer kıymette eserler de üretebilmemiz mümkün.
-Neden?
Neden mi?
Evvelâ üç animasyondan bahsedeyim
1 - Rafadan Tayfa(3 buudlu, bugün, sâkin ve bizden bi' mahalle, çizgi dizi, bölümlük hikâye)
2 - Maysa ve Bulut(2 buudlu, yakın zaman, şehirden uzak, çizgi dizi, sürer/bölümlük hikâye)
3 - Kayıp Armağan(2 buudlu, bize uzak gözüken bi' târih, şehir-kargaşa-bize uzak kalmış yakın topraklar, film)
Bunların üstüne bir de Avarya'dan bahsetmeliyim.
Bu üç animasyonun kurgu esasları bence emsâl olmalı çünkü Türklerin yapabileceği animasyonun ana hudutlarını ta'yin ediyor bunlar ve öyle ta'yin ediyorlar ki nice eksiklerine rağmen biz gelecekte bunları Türk animasyonunun köşe taşları olarak anacağız fikrimce.
-Neden?
Birincisi, Rafadan Tayfa en tutulur ve satması en kolay formülü kullanıyor ki iyi de kullanıyor; Pepee'nin veyâ diğer bazı animasyonların eksiği buydu, hayâl gücü var, eğitim var ama mahalle yok ve âile bizde mahalleyle birlikte var olan bi' şeydir. Mahalle olmalı. Bölümlük hikâye ise animasyonun esâsıdır, Karagöz Hacivat oyunu gibi düşünün, yaşananlar değişir ama karakterler ve gidişât aynı kalır; karakterleri gittikçe daha iyi çözeriz ama tam bi' sebep-netîce alâkası görmeyi beklemeyiz. Ben 3 buudu Türkiye için husûsan çizgi dizilerde sâdece bir engel olarak görüyorum şimdilik ama gelecekte vaziyet değişebilir, geçmişte yaptığımız animasyonların da en büyük sorunları da bu usûlden gelmekteydi,(bkz. vaktinde mecha bilem denemiş H.İ.T.) düz çizgi dizi yapmak bizimkilere gâlibâ ağır geliyor ama asıl sanat eserleri de oradan çıkıyor. Bir animenin ne kadar zor yapıldığını öğrendiğinizde zannediyorum ki seyrettiğiniz her animenin her şeyine saygı duymaya başlayacaksınız çünkü bende öyle olmuştu, Pixar'ın yaptığı filmlerden sonra en zor animasyon usûllerinden birini kullanıyor anime stüdyoları. Önce emek sonra yemek.
Ah canım Maysa'm, ballı çörek gibi bi' şey bu, bu kadar güzel bi' şey yapabileceğimizin farkında değildim Maysa ve Bulut'u görene kadar. Türklerin kökü yörüklük(göçebelik) ve askerlikle bayağı bi' iç içedir ve aynı Yahyâ Kemâl'in dediği gibi Viyana kapılarına da bulgur pilavı yiyip Mesnevî okuyarak dayanmışız. Bu animasyonu yapanlar işte bunun şuûrunda. "Oha!" diyesim geliyor ama "Mâşallah!" diyorum. Bi' kere bu adamlar düşünebiliyorlar ve basite kaçmamışlar, güzellik buradan geliyor. Aynı zamanda olabildiğince kendilerine haslar çünkü kimse Türkiye'de bu eseri üreten güzel insanların düşündüğü şeyleri düşünemiyor. Herkesin 3 buudlu animasyona sarıldığı devirde bunu yapmak animasyonun ne olduğundan haberi olan animasyoncunun işi. Şehirden uzakta anlatacağını hiç karmaşaya sokmadan, zihni berrak bırakarak ve mümkün olduğunca az gereksiz ayrıntıya girerek anlatmak; bu Niloya'nın da yapmaya çalıştığı şey bence ki animasyonu çok kötü olmasına rağmen Niloya'nın kalite taşımasının ana sebebi de bu; bir öz vermeye çalışıyor ama bunu en yormayacak şekilde yapacak, hârika!
Kayıp Armağan, Kayıp Armağan'ın çok büyük hataları var ama burada geçmesinin de çok husûsî bi' sebebi var: denemek.
Bunun yapıldığı yıllarda biz neredeyse animasyon yapamıyor denecek seviyedeydik ki animasyonları bu yüzden ne kadar kötü olsa vaktinde güzel gözüktüğüne emînim bu yüzden beni de pek rahatsız etmedi artı birçok sahneye ayrı ayrı uğraştıkları da belli oluyordu ama kadınların metâ' gibi gösterimi burada had safhadaydı yani bunun da üstüne "Çüş!" denir; târihî olarak baştan aşağı safsataydı çünkü yeniçeriler o devirde yoktu ve yeniçeriler temizlendikten sonra yeniçeri mezarlıklarının üzerlerinde çalılıklar oluştu ve ne ahâli ne de devlet onları temizledi; yeniçeriler Vakâ-yı Hayriye'den sonra ne devlet ne halk tarafından hayırla anıldı delil isteyenler -husûsan da İstanbul ve Kocarli'ndekiler- gitsin Tavşancıl'daki görünmez olmuş(Devâsâ genişlikte bi' çalılık göreceksiniz, mezarlık orası.) yeniçeri mezarlarını incelesin. Bunca saçmalığa ve kötü yönüne rağmen denedikleriyle varlığını haykırıyordu resmen, "Varım ben ve bunların hepsini ben yaptım." diyordu. Tuncel Kurtiz'in anlattığı hikâye, Japonca konuşmalar ve bunun için buldukları seslendiriciler, içine Japonları ve bir efsâneyi de alan geniş bi' kurgu, bol aksiyon sahnesi, kan, Yeniçeri ve Samuray karşılaştırması(Aslında karakter samuray değil, zâten onların da böyle bi' iddiâsı yok tam olarak ama açıkçası içten içe onu yapmak istemişler gibi gözüküyor.), sadâkat, ihânet, felsefe...
Savaşa karşı bir tavrı var filmin ama diğer hayvânî arzulardan da kurtulmak gibi bir çabası yok, Tuncel Kurtiz ağabeyimizin bazı Yeşilçam filmleri gibi. Netîcede formülü târih, alengirli laflar, bizden uzak gibi gözüken yakın diyarlar, denemekten kaçınmamak, mükemmeliyetçilik değil eksik de olsa anlatalım biz hikâyemizi kafası ve yine 2 buudun gücü.
Bunların üstüne, hepsinin üstüne Avarya mutlakâ Türkiye'deki her animasyonsever tarafından seyredilmelidir çünkü sâhip olduğu animasyon bence göz yaşartıcı bir kalitededir, bu bizim hiçbir animasyonumuzda olmayan bir kalite ve bunun film olarak yapılması...
Eğer bu 20 dakîkalık film gibi daha fazla film yaparsak bir şekilde Ghibli, Disney, Dreamworks gibi stüdyoların arasında bizden bi' stüdyo da anmamız mümkün olabilir yakın zamanda.
Bu ülkenin çok fazla cevheri var, evet, ama biz farkında değiliz ve artık farkına varmak mecbûriyetindeyiz. Efendim hayâl gücünüz bol, usûlünüz 2 buud olsun; yolumuz açık, atımız doru. Sağlıcakla.🌷"
"Animasyon: çizgileri canlı gösterme sanatı.
Elbette insanın yaptığıyla tanrının yaptığı aynı olmayacaktır ama hayâl hakîkatin aynasıdır, zâten aynısı olması gerekmez. Belki de yaratılanı resmetmek yaradana hamdın farklı bi' tarzıdır, en azından benim için böyle ve animasyon hayâlin en renkli biçimi, çizim kumaşının bir çocuğun gözbebeğinde en çok parlayan dikimi.
Bugün akşamleyin animasyon üzerine düşünürken şunu fark ettim, biz animasyon yapabiliyoruz ve daha da üstünü yapabiliriz, hattâ gelecekte Ghibli ve Disney'in sanat eserleriyle benzer kıymette eserler de üretebilmemiz mümkün.
-Neden?
Neden mi?
Evvelâ üç animasyondan bahsedeyim
1 - Rafadan Tayfa(3 buudlu, bugün, sâkin ve bizden bi' mahalle, çizgi dizi, bölümlük hikâye)
2 - Maysa ve Bulut(2 buudlu, yakın zaman, şehirden uzak, çizgi dizi, sürer/bölümlük hikâye)
3 - Kayıp Armağan(2 buudlu, bize uzak gözüken bi' târih, şehir-kargaşa-bize uzak kalmış yakın topraklar, film)
Bunların üstüne bir de Avarya'dan bahsetmeliyim.
Bu üç animasyonun kurgu esasları bence emsâl olmalı çünkü Türklerin yapabileceği animasyonun ana hudutlarını ta'yin ediyor bunlar ve öyle ta'yin ediyorlar ki nice eksiklerine rağmen biz gelecekte bunları Türk animasyonunun köşe taşları olarak anacağız fikrimce.
-Neden?
Birincisi, Rafadan Tayfa en tutulur ve satması en kolay formülü kullanıyor ki iyi de kullanıyor; Pepee'nin veyâ diğer bazı animasyonların eksiği buydu, hayâl gücü var, eğitim var ama mahalle yok ve âile bizde mahalleyle birlikte var olan bi' şeydir. Mahalle olmalı. Bölümlük hikâye ise animasyonun esâsıdır, Karagöz Hacivat oyunu gibi düşünün, yaşananlar değişir ama karakterler ve gidişât aynı kalır; karakterleri gittikçe daha iyi çözeriz ama tam bi' sebep-netîce alâkası görmeyi beklemeyiz. Ben 3 buudu Türkiye için husûsan çizgi dizilerde sâdece bir engel olarak görüyorum şimdilik ama gelecekte vaziyet değişebilir, geçmişte yaptığımız animasyonların da en büyük sorunları da bu usûlden gelmekteydi,(bkz. vaktinde mecha bilem denemiş H.İ.T.) düz çizgi dizi yapmak bizimkilere gâlibâ ağır geliyor ama asıl sanat eserleri de oradan çıkıyor. Bir animenin ne kadar zor yapıldığını öğrendiğinizde zannediyorum ki seyrettiğiniz her animenin her şeyine saygı duymaya başlayacaksınız çünkü bende öyle olmuştu, Pixar'ın yaptığı filmlerden sonra en zor animasyon usûllerinden birini kullanıyor anime stüdyoları. Önce emek sonra yemek.
Ah canım Maysa'm, ballı çörek gibi bi' şey bu, bu kadar güzel bi' şey yapabileceğimizin farkında değildim Maysa ve Bulut'u görene kadar. Türklerin kökü yörüklük(göçebelik) ve askerlikle bayağı bi' iç içedir ve aynı Yahyâ Kemâl'in dediği gibi Viyana kapılarına da bulgur pilavı yiyip Mesnevî okuyarak dayanmışız. Bu animasyonu yapanlar işte bunun şuûrunda. "Oha!" diyesim geliyor ama "Mâşallah!" diyorum. Bi' kere bu adamlar düşünebiliyorlar ve basite kaçmamışlar, güzellik buradan geliyor. Aynı zamanda olabildiğince kendilerine haslar çünkü kimse Türkiye'de bu eseri üreten güzel insanların düşündüğü şeyleri düşünemiyor. Herkesin 3 buudlu animasyona sarıldığı devirde bunu yapmak animasyonun ne olduğundan haberi olan animasyoncunun işi. Şehirden uzakta anlatacağını hiç karmaşaya sokmadan, zihni berrak bırakarak ve mümkün olduğunca az gereksiz ayrıntıya girerek anlatmak; bu Niloya'nın da yapmaya çalıştığı şey bence ki animasyonu çok kötü olmasına rağmen Niloya'nın kalite taşımasının ana sebebi de bu; bir öz vermeye çalışıyor ama bunu en yormayacak şekilde yapacak, hârika!
Kayıp Armağan, Kayıp Armağan'ın çok büyük hataları var ama burada geçmesinin de çok husûsî bi' sebebi var: denemek.
Bunun yapıldığı yıllarda biz neredeyse animasyon yapamıyor denecek seviyedeydik ki animasyonları bu yüzden ne kadar kötü olsa vaktinde güzel gözüktüğüne emînim bu yüzden beni de pek rahatsız etmedi artı birçok sahneye ayrı ayrı uğraştıkları da belli oluyordu ama kadınların metâ' gibi gösterimi burada had safhadaydı yani bunun da üstüne "Çüş!" denir; târihî olarak baştan aşağı safsataydı çünkü yeniçeriler o devirde yoktu ve yeniçeriler temizlendikten sonra yeniçeri mezarlıklarının üzerlerinde çalılıklar oluştu ve ne ahâli ne de devlet onları temizledi; yeniçeriler Vakâ-yı Hayriye'den sonra ne devlet ne halk tarafından hayırla anıldı delil isteyenler -husûsan da İstanbul ve Kocarli'ndekiler- gitsin Tavşancıl'daki görünmez olmuş(Devâsâ genişlikte bi' çalılık göreceksiniz, mezarlık orası.) yeniçeri mezarlarını incelesin. Bunca saçmalığa ve kötü yönüne rağmen denedikleriyle varlığını haykırıyordu resmen, "Varım ben ve bunların hepsini ben yaptım." diyordu. Tuncel Kurtiz'in anlattığı hikâye, Japonca konuşmalar ve bunun için buldukları seslendiriciler, içine Japonları ve bir efsâneyi de alan geniş bi' kurgu, bol aksiyon sahnesi, kan, Yeniçeri ve Samuray karşılaştırması(Aslında karakter samuray değil, zâten onların da böyle bi' iddiâsı yok tam olarak ama açıkçası içten içe onu yapmak istemişler gibi gözüküyor.), sadâkat, ihânet, felsefe...
Savaşa karşı bir tavrı var filmin ama diğer hayvânî arzulardan da kurtulmak gibi bir çabası yok, Tuncel Kurtiz ağabeyimizin bazı Yeşilçam filmleri gibi. Netîcede formülü târih, alengirli laflar, bizden uzak gibi gözüken yakın diyarlar, denemekten kaçınmamak, mükemmeliyetçilik değil eksik de olsa anlatalım biz hikâyemizi kafası ve yine 2 buudun gücü.
Bunların üstüne, hepsinin üstüne Avarya mutlakâ Türkiye'deki her animasyonsever tarafından seyredilmelidir çünkü sâhip olduğu animasyon bence göz yaşartıcı bir kalitededir, bu bizim hiçbir animasyonumuzda olmayan bir kalite ve bunun film olarak yapılması...
Eğer bu 20 dakîkalık film gibi daha fazla film yaparsak bir şekilde Ghibli, Disney, Dreamworks gibi stüdyoların arasında bizden bi' stüdyo da anmamız mümkün olabilir yakın zamanda.
Bu ülkenin çok fazla cevheri var, evet, ama biz farkında değiliz ve artık farkına varmak mecbûriyetindeyiz. Efendim hayâl gücünüz bol, usûlünüz 2 buud olsun; yolumuz açık, atımız doru. Sağlıcakla.🌷"
Karamanoğullarınca: Yunus Emre Karaman'dadır, ünlem işâreti.
büyük bi' sorun, bu sorunun temel sebebi bâriz bir şekilde enes gürbüzdür.
Az evvel Raf'taki hımmmmm hesâbında hakkında şöyle bi' gönderi paylaşılmış acîp sözlük:
"Merhabâ ve selamlar ey güzel insanlar ve dostlar; bu sefer bir kitap, dergi, film, dizi, anime, sohbet dizisi¹ veyâ radyo kaydından değil bir internet sözlüğünden bahsedeceğim efendim ki lugatınız şenlensin, diliniz açılsın.
Enes Gürbüz, Muhammed Baran Aslan ve Aylak Adam(Onu gerçek hayatta tanımıyorum.) tarafından kurulmuş olan sözlük Ekşi Sözlük'ün Türkiye'de giriş engelinden sonra² kurulmuş, fikrimce daha 'biz'ce bi' meclis, yavaş yavaş ortamı da oluşuyor ama şu an oldukça sâkin. Hazır sâkinken ve havalar da rahmetten geçilmiyorken sizi bi' davet edeyim dedim efendim.
Ayriyeten ben burada niye bir site reklamı görüyorum derseniz -ki demeye hakkınız var- şu ikisini diyebilirim:
1 - Kurucularından birinden gelecekte matbû'(yani basılmış, kitap halinde) olarak çıkma ihtimâli ile alâkalı bir iki duyum aldım.
2 - Zâten şu anki faal kullanıcıların yarısı veyâ fazlası hakîkaten yazar ve şairler hattâ kullanıcılar arasında farklı bi' isim kullansa bile çoğunuzun bildiğini düşündüğüm bir afili filinta da var.
Neyse efendim, işte gelin görün, bu arada benim hesâbımın hangisi olduğunu hemen çıkartacaksınız diye tahmîn ediyorum. Haydi selâmetle, sağlıcakla.
.
.
¹'podcast'in Türkçe karşılıklarından biri.
²Elbette VPN ile girebilirsiniz."
"Merhabâ ve selamlar ey güzel insanlar ve dostlar; bu sefer bir kitap, dergi, film, dizi, anime, sohbet dizisi¹ veyâ radyo kaydından değil bir internet sözlüğünden bahsedeceğim efendim ki lugatınız şenlensin, diliniz açılsın.
Enes Gürbüz, Muhammed Baran Aslan ve Aylak Adam(Onu gerçek hayatta tanımıyorum.) tarafından kurulmuş olan sözlük Ekşi Sözlük'ün Türkiye'de giriş engelinden sonra² kurulmuş, fikrimce daha 'biz'ce bi' meclis, yavaş yavaş ortamı da oluşuyor ama şu an oldukça sâkin. Hazır sâkinken ve havalar da rahmetten geçilmiyorken sizi bi' davet edeyim dedim efendim.
Ayriyeten ben burada niye bir site reklamı görüyorum derseniz -ki demeye hakkınız var- şu ikisini diyebilirim:
1 - Kurucularından birinden gelecekte matbû'(yani basılmış, kitap halinde) olarak çıkma ihtimâli ile alâkalı bir iki duyum aldım.
2 - Zâten şu anki faal kullanıcıların yarısı veyâ fazlası hakîkaten yazar ve şairler hattâ kullanıcılar arasında farklı bi' isim kullansa bile çoğunuzun bildiğini düşündüğüm bir afili filinta da var.
Neyse efendim, işte gelin görün, bu arada benim hesâbımın hangisi olduğunu hemen çıkartacaksınız diye tahmîn ediyorum. Haydi selâmetle, sağlıcakla.
.
.
¹'podcast'in Türkçe karşılıklarından biri.
²Elbette VPN ile girebilirsiniz."
aralarında küçük de olsa bi' yer kapladığıma mutlu olduğum cemiyet.
eskiler önüne bakmayı öğrettiler senelerce, biz öğrenemedik de fezâya bakmayı âdet eyledik.
"hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen."
-şeyhunâ gâlib
beşinci element ki
"Hayat
dört şeyle kaimdir derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr
ona kendimi sonradan ben ekledim."
der İsmet Özel Amentü şiirinde ki her şey yerine de oturur böylece. Pekiyi insan nedir?
merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen."
-şeyhunâ gâlib
beşinci element ki
"Hayat
dört şeyle kaimdir derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr
ona kendimi sonradan ben ekledim."
der İsmet Özel Amentü şiirinde ki her şey yerine de oturur böylece. Pekiyi insan nedir?
yanıt yanıltır mı?
ben bilmiyorum.
ben bilmiyorum.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?